V Harfi İle Başlayan Osmanlıca Terimler, 7. Sayfa

...

Osmanlı Terimleri Sözlüğü

Vahdeddin Ne Demek?

Vahdeddin Osmanlı teriminin Türkçe karşılığı, (Aslı: Vahîdüddin, fakat Türkçede Vahdeddin şeklinde telâffuz edilir.) (Bak: Vahîd) Osmanlı Padişahlarının sonuncusu ve otuzaltıncısının adıdır. (Mi: 1861-1926) Zeki, dirayetli ve dindardı. Osmanlılar ve İslâm âlemi için bir felâket işareti olan Sevr Muahedesini imzalamadı. Osmanlı ordusu olarak emrine bırakılan yegâne taburu Ayasofya Câmii etrafında sipere sokup câmiye çan takmak isteyenlere "Ateş edin" diye emir vermişti. İtimad ettiği paşaları Anadolu'ya gönderip Milli Kurtuluş hareketini hazırlamıştı. Böyleyken İtalya'da vefat etti ve sonra Şam'da Sultan Selim Câmii kabristanına defnedildi. (R. Aleyh)

Vahdet Ne Demek?

Vahdet Osmanlı teriminin Türkçe karşılığı, Birlik. Yalnızlık. Teklik. (Kesretin zıddıdır.) * Edb: İfade esnasında mevzuun haricine çıkılmaması, maksad ne ise yalnız ondan bahsedilmesi, sözün dallandırılıp budaklandırılmaması. * Tas: Allah'a yakınlık. Gönlünü, kalbini tamamen Allah ile meşgul etme hali.(Yüsr-ü vahdet; yâni birlik usulüyle bir merkezde, bir elden, bir kanunla olan işler; gayet derecede kolaylık veriyor. Müteaddit merkezlerde, müteaddit kanuna, müteaddit ellere dağılsa müşkilât peyda eder. M.)

Vahdet-ârâm Ne Demek?

Vahdet-ârâm Osmanlı teriminin Türkçe karşılığı, f. Dinlendirici, rahat yer.

Vahdet-gâh Ne Demek?

Vahdet-gâh Osmanlı teriminin Türkçe karşılığı, f. Yalnız kalınacak yer.

Vahdet-güzin Ne Demek?

Vahdet-güzin Osmanlı teriminin Türkçe karşılığı, f. Yalnızlığa çekilen.

Vahdet-i vücud Ne Demek?

Vahdet-i vücud Osmanlı teriminin Türkçe karşılığı, Varlıkların tek asıldan çıkma inanışı.. Tasavvufî bir görüş. Varoluşun tek kaynağa bağlılığı.

Vahdet-nümâ Ne Demek?

Vahdet-nümâ Osmanlı teriminin Türkçe karşılığı, Vahdet gösteren, birlik ifade eden.

Vahdet-ül vücud Ne Demek?

Vahdet-ül vücud Osmanlı teriminin Türkçe karşılığı, (Vahdet-üş şuhud) Her yerde ve herşeyde kalbini yalnız Allah ile meşgul etme hali ve yaşayışıdır. (Bu mesele hakiki olarak ancak veraset-i nübüvvet muhakkikleri olan müceddid ve asfiyaların tarifleriyle anlaşılabilir.)(Aziz kardeşim;Vahdet-ül vücuda dair bir parça izahat istiyorsunuz. Bu mes'eleye dair Otuz Birinci Mektubun bir Lem'asında, Hazret-i Muhyiddin'in bu mes'eledeki fikrine karşı gayet kuvvetli ve izahlı bir cevab vardır. Şimdilik bu kadar deriz ki:Bu mes'ele-i vahdet-ül vücudu şimdiki insanlara telkin etmek, ciddi zarar verir. Nasıl ki teşbihat ve temsiller, havassın elinden avamın eline ve ilmin elinden cehlin eline girse, hakikat telâkki edilir. (Hâşiye) Öyle de: Vahdet-ül vücud mes'elesi gibi hakaik-ı ulviye, ehl-i gaflet ve esbab içine dalan avamlara girse, tabiat telâkki edilir ve üç mühim zarar verir:Birincisi: Vahdet-ül vücudun meşrebi, Cenab-ı Hak hesabına kâinatı âdeta inkâr etmek iken; avama girdikçe, gafil avamlara, hususan maddiyyun fikirleriyle âlude olan fikirlere girdikçe, kâinat ve maddiyat hesabına uluhiyeti inkâr yoluna gider.İkincisi: Vahdet-ül vücud meşrebi, mâsivâ-yı İlâhînin rububiyetini o derece şiddetle reddeder ki, mâsivâyı inkâr ve ikiliği ref'ediyor. Değil nüfus-u emmarenin, belki herbir şeyin müstakil vücudunu görmemek iken, bu zamanda fikr-i tabiatın istilâsiyle ve gurur ve enaniyetin nefs-i emmareyi şişirmesiyle ve âhireti ve Hâlik'ı bir derece unutmak cihetiyle; bazı nüfus-u emmare küçük birer firavun, âdeta nefsini mabud ittihaz etmek istidadında bulunan insanlara vahdet-ül vücudu telkin etmek, nefs-i emmareyi el-iyazübillâh öyle şımartır ki, ele avuca sığmaz.Üçüncüsü: Tegayyür, tebeddül, tecezzi, tahayyüzden mukaddes, münezzeh, müberra, muallâ olan Zât-ı Zülcelâl'in vücub-u vücuduna ve tekaddüs ve tenezzühüne muvafık düşmeyen tasavvurata sebebiyet verir ve telkinat-ı bâtılaya medar olur. Evet vahdet-ül vücuddan bahseden; fikren serâdan Süreyya'ya çıkarak, kâinatı arkasında bırakıp nazarını Arş-ı Alâ'ya diken, istigrakî bir surette kâinatı ma'dum sayıp herşeyi doğrudan doğruya kuvvet-i iman ile Vâhid-i Ehad'den görebilir. Yoksa kâinatın arkasında durup kâinata bakan ve önünde esbabı gören ve ferşten nazar eden, elbette esbab içinde boğulup, tabiat bataklığına düşmek ihtimali var. Fikren Arş'a çıkan, Celâleddin-i Rumî gibi, diyebilir: "Kulağını aç! Herkesten işittiğin sözleri, fıtrî fonoğraflar gibi Cenab-ı Hak'tan işitebilirsin." Yoksa, Celâleddin gibi bu derece yükseğe çıkamayan ve ferşten Arş'a kadar mevcudatı âyine şeklinde görmeyen adama, "Kulak ver, herkesten Kelâmullah'ı işitirsin." desen, mânen Arş'tan ferşe sukut eder gibi, hilaf-ı hakikat tasavvurat-ı bâtılaya giriftar olur! L.)(Haşiye): Nasıl ki iki melâike, teşbihin sırr-ı münasebetiyle Sevr ve Hut tesmiye edilen, avamca koca bir öküz ve koca bir balık telâkki edilmiştir.

A Harfi

Osmanlıca Terimler A

B Harfi

Osmanlıca Terimler B

C Harfi

Osmanlıca Terimler C

D Harfi

Osmanlıca Terimler D

E Harfi

Osmanlıca Terimler E

F Harfi

Osmanlıca Terimler F

G Harfi

Osmanlıca Terimler G

H Harfi

Osmanlıca Terimler H

I Harfi

Osmanlıca Terimler I

J Harfi

Osmanlıca Terimler J

K Harfi

Osmanlıca Terimler K

L Harfi

Osmanlıca Terimler L

M Harfi

Osmanlıca Terimler M

N Harfi

Osmanlıca Terimler N

O Harfi

Osmanlıca Terimler O

P Harfi

Osmanlıca Terimler P

Q Harfi

Osmanlıca Terimler Q

R Harfi

Osmanlıca Terimler R

S Harfi

Osmanlıca Terimler S

T Harfi

Osmanlıca Terimler T

U Harfi

Osmanlıca Terimler U

V Harfi

Osmanlıca Terimler V

W Harfi

Osmanlıca Terimler W

X Harfi

Osmanlıca Terimler X

Y Harfi

Osmanlıca Terimler Y

Z Harfi

Osmanlıca Terimler Z